Timur, bir gün Akşehir’e gelmiş. Hoca, Hünkâr’a armağan olarak bir kaz kızartıp düşmüş yollara. Lâkin, mübarek buram buram koktukça, midesi de kazınmaya başlamış. Daha fazla dayanamamış, kazın bir budunu afiyetle yemiş.
Aksak Timur, sofrasına gelen tek butlu kazı görünce köpürmüş, kendine hakaret saymış.
– Yahu Hoca, demiş, kazın öbür budu nerede?
Hoca ne yapsın? Yolda yedim dese olmayacak. Ne söyleyeceğini bilememiş. Gözü güneşin altında ayaklarını gizleyerek yatan kaz sürüsüne takılmış.
– Akşehir’de kazlar tek ayaklıdır, deyivermiş.
Timur, Hoca’nın yalan söylediğini anlamış anlamasına ama belli etmemiş. Biraz sonra davulların, dümbeleklerin çalmasını emretmesiyle, kızılca kıyamet kopmuş. Kaz sürüsü hep birlikte ayaklanıp oraya buraya kaçışmaya başlamış.
– Bak Hoca, demiş, Timur, Akşehir’in kazları dümbelek sesini duyunca iki ayaklı oldular.
Hoca’nın dilini tutması mümkün mü?
– Hünkâr’ım, demiş, onca tantana senin için yapılsaydı dört ayaklı olurdun!