Nasreddin Hoca, vaaz ve nasihatte bulunmak, ilmihal bilgileri öğretmek üzere Konya’nın bir köyüne davet edilmiş; Kolay mı üç gün üç gece eşek sırtında o köye ulaşmak. Köye varır varmaz da sağ olsun köy ağası Hoca’yı misafir etmiş. Hoş beş ettikten sonra:
– Hocam, demiş, Tin Suresi’ni okur musun?
Hoca euzü besmele çekip sureyi okumuş. Ardından ev sahibi de okuduktan sonra:
– Hocam, demiş, elli dört farzı sayar mısın?
Hoca lahavle çekip elli dört farzı saymış. Ev sahibi de saymış. Bu minval üzere bir müddet önce Hoca, sonra ev sahibi okumuşlar saymışlar, okumuşlar saymışlar. Sonunda ev sahibi:
– Gördün mü Hocam, demiş, senin bildiğini ben de pekâlâ biliyorum; ne fark var aramızda?
Hoca, dişlerini gıcırdatarak:
– Öyle büyük bir fark yok aslında, demiş, üç günlük yoldan geldim; açım ve uykusuzum. Senin göbeğin, keyfin hepsi yerli yerinde. İşte fark buradan kaynaklanıyor!